Ecolithic-Ekonomik Analiz, Almanya, 17 Haziran 2024
Ekonomik ve politik gündem içerisinde son Avrupa Parlamentosu seçimleri Avrupa siyasi manzarasında dikkatle analiz edilmesi gereken bir tablo oluşturmuştur. Merkez büyük ölçüde korunurken popülist ve aşırı sağ partilerin yükselişi ve çoğu ülkede yeşil partilerin düşüşü dikkat çekmiştir. Bu seçim sonuçlarının ekonomi politikaları üzerinde özellikle de sürdürülebilirlik politikaları üzerinde etkileri ne olur konuları kritik tartışmalar arasında yer alıyor. Ecolithic olarak bu alanda teknik görüşümüzü belirtmemizde yarar görüyoruz. Bu yazımızda AB’nin sürdürülebilirlik reform çalışmalarının temel itici güçleri ve sürdürülebilirlik çalışmalarında gelinen düzey dikkate alınarak seçim sonuçlarının olası etkileri analiz edilecektir.
Avrupa Birliğinde ekonomiyi doğrudan ve dolaylı değişime ve dönüşüme zorlayan altı öncelikli alan belirlemiştir. Bu altı öncelikli alan aşağıdaki tabloda yer almaktadır.
Bu öncelikli politika alanlarının en kapsamlısı “European Green Deal” yani AB Yeşil Mutabakatıdır (AB YM). Diğer öncelikli alanlar da aslında ayrı kategoriler olarak belirlenmiş olsa da sürdürülebilirlikle ilgilidir. Örneğin dijitalleşme ayrı bir kategori olmakla birlikte pek çok açıdan sürdürülebilirlik ile kesişmektedir. AB bu öncelikli alanlar kapsamında köklü çalışmalar yapmış hem üye ülkeleri hem de AB ekonomik aktörlerini bu çalışmalara göre politika belirmeye zorlamıştır. Başka bir deyişle sürdürülebilirlik reformları, AB ekonomisinin temellerine güçlü bir şekilde yeni kolonlar olarak çakılmıştır. Bu kolonları sökmek tek başına ağır bir maliyet ve çok büyük ekonomik risk demektir. Bu olanların yerine eşdeğer güçte başka kolon yerleştirmek ise AB ekonomisinin bugünkü durumu açısından mümkün görülmemektedir. Özetle, yoğun bir şekilde 2016’dan beri sürdürülebilirlik yoluna çıkmış ve önemli bir mesafe kat etmiş olan AB’nin bu yoldan geri dönmesi, diğer faktörler sabitken, tek başına ağır bir maliyet anlamına gelmektedir.
AB’nin sürdürülebilirlik reformları, görece zayıf bir düzenleme normu olan yönetmelik veya uygulama tebliğine dayanmamaktadır. AB’nin sürdürülebilirlik reformları, yüzü aşkın mevzuat düzenlemesi ve teknik çalışma raporları ve yeni organizasyonlara dayanmaktadır. AB YM alanında 70’ten fazla kesinleşmiş reform çalışması ve bunlara dair güçlü mevzuat düzenlemesi bulunmaktadır. AB bu reform çalışmalarını güçlü mevzuat normları ile kendi mevzuatına entegre etmiştir. Örneğin Avrupa İklim Yasası 2021 yılında AB’yi sürdürülebilirlik reformları konusunda bağlamıştır. Zaten böyle bir yasa çıkarılmasının amacı da bu politikaların geri döndürülmesinin zorlaştırılmasıdır.
Sürdürülebilirlik, Avrupa ekonomisini doymuş ve durağan bir ekonomiden canlı ve dinamik bir ekonomiye dönüştürme aracıdır. Sürdürülebilir iş modellerinin geliştirilmesi, ekonomide inovasyon ve iş hayatında dinamizm anlamına gelmektedir. Avrupa ekonomisinin dönüşüm gerçekleştirebilmesi için bunlara çok ihtiyacı bulunmaktadır. Öte yandan, sürdürülebilirlik reformları küresel ticari hayatı kendi standartlarına göre yönlendirerek ticari hayatın yönünü belirlemede AB’ye kritik bir manivela aracı vermektedir. AB bu sayede gelişen yeni ekonomilere karşı edilgen değil etken olmakta ve uluslararası ticarette yeni kurallar koyma hakkı elde etmektedir. Örneğin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması kurallarını belirleme hakkı AB’nin elini güçlendiren bir düzenleme olup bu düzenleme AB’ye çok güçlü argümanları olan meşru sürdürülebilirlik zemininde AB lehine uygulama hakkı vermektedir. AB’nin artık dünyaca kabul edilen bu tür düzenlemelerden vazgeçmesi veya geri adım atması, bastığı dalı kesmesinden başka bir şey olmayacaktır.
Avrupa Birliği ekonomisi, gelişmiş bir ekonomi bloğu olarak, ekonomiye dinamizm kazandırabilecek sürdürülebilirlikten daha güçlü bir rüzgara sahip değildir. Sürdürülebilirlik rüzgarının çıkış kaynakları Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ve Paris İklim Anlaşması’dır. AB’nin güçlü bir şekilde desteklediği bu rüzgar kaynakları Avrupa’da rüzgar enerjisi üretmesine böylece AB’nin bu rüzgarın enerjisini kendi enerjisine dönüştürmesine büyük ivme kazandırmaktadır. Paris İklim Anlaşması ilgili ülkelerce onaylandığında bağlayıcı bir anlaşma olmaktadır. AB ve AB üye ülkeleri bu anlaşmanın tarafıdır ve bu anlaşmaya göre iklim krizini azaltıcı ve küresel ısınmayı belirli bir seviyede sınırlandırmayı sağlayabilecek taahhütlerde bulunmuştur. Bu taahhütlere aykırı politikalar, AB’nin Paris İklim Anlaşması’nın dışına çıkması anlamına gelir ki, böyle bir tercihin maliyetleri AB için çok ağır olacaktır. AB politikacıları, sürdürülebilirlikte farklı bir yön çizmeye kalksa da AB’nin ekonomik aktörlerinin AB’yi dünyanın en temel sorunlarına karşı kayıtsız bırakan bu tür yaklaşımlarda ciddi baskısı kaçınılmaz olacaktır. Burada belirtmek gerekir ki, AB’nin ekonomik aktörleri arasında mevcut sürdürülebilirlik politikalarını ağır bulanlar da vardır. Bu bağlamda, sürdürülebilirlik yönünde ilerleyen ancak daha temkinli bir geçiş öngören politikalarda uzlaşma beklenebilir.
Öte yandan, AB’nin sürdürülebilirlik reformlarından geri dönüşünün AB ekonomisinin ithalata ve fosil yakıta dayalı enerji bağımlılığı kapsamında değerlendirilmesi gerekir. AB, 2021 verilerine göre enerjide %56 ithalata bağımlıydı. Aynı yıl verilerine göre doğalgaz ithalatının %45’i Rusya’dan yapılıyordu. Rusya, 2021 sonuna kadar AB’nin petrol ve doğal gazda en büyük ithalat kaynağıydı. Bu arada, istatistikler AB’nin 2023’ün ilk çeyreği itibarıyla hala petrol ürünlerinde %3,9 ve doğal gazda %16 oranında Rusya’dan ithalat yaptığını gösteriyor. AB, ilk defa 2022’de yenilenebilir enerji üretiminde doğalgaz ile enerji üretimini geçmeyi başardı. AB, bu konuda Rusya’ya bağımlılığın ağır risklerini yaşamışken ve sürdürülebilir enerjiye geçişten başka çare olmadığını anlamışken, mevcut sürdürülebilirlik politikalarından vazgeçmesini beklememeliyiz. AB’nin sürdürülebilirlik alanındaki pek çok reformu, yenilenebilir enerji kullanılmasını öngören politikalara dayanır. AB YM ve onun bir unsuru olan Avrupa İklim Yasası AB ekonomisinin 2030’de 1990 yılına göre sera gazı salınımlarını %55 azaltmayı ve 2050 yılında da AB ekonomisinin iklim-nötr olmasını yani, net sıfır sera gazı seviyesine ulaşmasını öngörür. AB ekonomisi bu yoldan dönerse, ağır ekonomik risklerden kurtulamayacaktır. Başka bir deyişle AB, birbirini besleyen, sürdürülebilir enerji kaynaklarına dönüşümü hızlandıran ve dış kaynaklı fosil enerji kaynakları kullanımını azaltan politikalardan vazgeçerse, bu kez bastığı dalı değil yaşadığı ağacı kesmiş olacaktır. AB, öte yandan, mevcut sürdürülebilirlik politikalarını uygulamaya devam ettiğinde, sadece enerji ithalatını azaltmanın ekonomik kazancı ile kalmayacak ekonominin enerji iplerini AB dışı bir ülkenin elinden almış olacaktır. Politik risklerin arttığı bir dönemde, AB’nin enerji dönüşümü konusunda atacağı küçük bir yanlış adımın bedelleri çok ağır olacaktır.
Son olarak, AB’de ve üye ülkelerde dağınık çok farklı siyasi parti ve siyasi grupların varlığına karşın AB’nin mevcut kurumsal politika üretme gücünün, son seçimlerde öne çıkan kişilerin veya siyasi grupların keyfi ve popülist politika önerilerinden daha etkili olacağı düşüncesindeyiz.
Özetle, AB’deki seçim sonuçları, AB’nin sürdürülebilirlik reformlarının hızını yavaşlatabilir ama bu reformların yönünü değiştiremeyecektir. Şunu da belirtmek gerekir ki, sürdürülebilirlik yanlısı çok güçlü siyasi partiler iş başına gelse de AB’nin sürdürülebilirlik reformlarından sonuç almanın maksimum kapasitesi, ekonomik aktörlerin kapasitesi ile sınırlıdır. Oturmuş bir ekonomi bloğunda köklü dönüşüm gerektiren sürdürülebilirlik reformlarının sonuçlarının alınması beş yıllık ve on yıllık projeksiyonlarla düşünülmelidir. Bu çerçevede, AB ekonomisinde 2030 için öngörülen projeksiyonlarda büyük sapmalar olduğunda, ekonomik kaosla birlikte AB’nin politik dünyasında da yeni bir düzeltme hareketi ortaya çıkabilecektir.
Belirtmek gerekir ki, AB çatışı altındaki ekonomik aktörler ile yakın iletişimimiz ve etkileşimimiz çerçevesinde sürdürülebilirlik reformlarında yönün korunarak inişli çıkışlı bir geçiş dönemi olması zaten Ecolithic’in tahminleri arasında yer almakta idi. Ecolithic olarak en iyi siyasi atmosferde bile AB sürdürülebilirlik reformlarının uygulanmasında bir geçiş dönemi olması gerektiği ve beklentilerin ideal seviyede birkaç yılda zaten karşılanamayacak olduğu bir kabul olarak belirlenmişti.
Peki, AB’nin sürdürülebilirlik politikaları kısa, orta ve uzun vadede Türkiye ekonomisini ve Türkiye’de yerleşik şirketleri nasıl etkiler? Bunu da başka bir zaman ele alırız.
AB ile ilgili sürdürülebilirlik danışmanlığı için bize ulaşabilirsiniz.